Tek’e Tek programında gündeme gelen Nuray Canan Bezirgan’ın kimi yayın kuruluşlarının iddia ettiği gibi provakatör değil Başörtüsünden dolayı sorunlar yaşamış bir öğrenci. Hafızalarımızı biraz tazelediğimizde Nuray Canan’ın meşhur olmuş fotoğraftaki kız olduğunu görüyoruz:
Bezirgan, “Eğitimi engellediği gerekçesiyle” polis zoruyla okuldan çıkarılmış ve verildigi mahkemede 6 ay hapis cezası almış. Polis tarafından dövülerek çocuğunu düşüren Nuray Canan Bezirgan bu sebeple Kanada’ya iltica etmek zorunda kalmış. Türkiye’de başörtüsünden dolayı ilk hapis cezası da Bezirgan’a verilmiş.
İstanbul Üniversitesi Saglik Hizmetleri Meslek Yüksek Okulu Tibbî Dökümantasyon Bölümü ikinci sınıf ögrencisiyken başörtülü olduğu gerekçesiyle Final sınavından polis zoruyla okuldan çıkarılan Bezirgan, Türkiye’deki başörtüsü yasağını hayretle karşılayan mahkeme heyetinin 2.5 saat içinde aldığı kararla Kanada vatandaslığına kabul edilmişti.
“Türkiye Müslüman bir ülke degil miydi?” diyen mahkeme heyetine cevap vermekte zorlandığını belirten Bezirgan, yasağın kalkması halinde Türkiye’ye dönmeyi düşündüğünü söylüyor.
“Yasak beni kaçırtmadı. Amacım, bu mücadeleyi yurt dışına taşımaktı. Kaçacak kadar korkak olsaydım zaten Türkiye’de bu kadar kendimi öne atmazdım. Burada, hakkına sahip çıkan insanlara çok değer veriliyor” demişti. Yeni Şafak Gazetesi de o süreçte kendisiyle yaptığı röportajda şu soruları yöneltmişti:
O da Telekulak kurbanlarından
Türkiye’de, Kanada’ya yerleşme fikrini körükleyen neler yaşamıştın?
İnancımı özgürce yaşayamadım ve hatta bundan dolayı cezalandirildim. Ugradığım haksızlıkları her platformda dile getirdiğim için aldıgım polis tehditleri ve telefonları beni bıktırdı. Telefonlarımız dinleniyordu. Hatta, katıldığım 32. Gün programındaki konuşmalarımı bir arkadaşıma telefonda anlatırken araya giren ve arkadaşımın da şahit olduğu bir ses, beni ve bebeğimi ölümle tehdit etti.
Mahkemede bunları anlattığın zaman tepkileri nasıl oldu?
Bu iddialarımı burada mahkemeye de söyledim. Bir kapalı Müslüman bayan olarak artık sokaklarda bile rahat gezilemediğini, bağnaz, tutucu laik insanların her fırsatta bizi aşağıladığını ve Türkiye’de bilindiğinden farklı olarak asıl zulüm görenlerin gerçek Müslümanlar olduğunu söyledim.
Hakim bayan ve oradaki diger görevlilerin mahkemeye sunduğum video kaseti ve gazete kupürlerini gördüklerinde yaşadıkları şok halleri beni çok şaşırttı. Gözlerine inanamadılar. Basörtülülerin coplandığı, sürüklendiği fotografları gören hakim elleriyle ağzını kapatıp “İnanamıyorum. Türkiye Müslüman bir ülke degil miydi?” diye sordu. Aslına bakarsan bu soruya burada çok muhatap oluyorum.
Yasak nedeniyle Kanada vatandaşı olmak isteyen ilk sen değildin, fakat karar beklenmedik bir çabuklukla verildi…
2.5 saatte sonuçlandı. Normalde bir başka mahkeme için bu bir öngörüşmeydi aslında. Ama artık bu sonuç da bir emsal oldu. Onlara, “Türkiye’de inanç özgürlüğü gasp edilen bizleriz. İnancını yaşamanın bedeli bunlar olmamalı” dedim. Ayni seyleri üç yıl boyunca girdigim tüm mahkemelerde de söylemiştim ama fayda vermemisti. Hakim “Haklısınız” dedi, “Hem de çok haklısınız, kazandınız. Artik istediğiniz kadar özgürsünüz.” Kararda, “Türkiye 2000 Yılı İnsan Hakları İhlalleri” dosyası da etkili oldu.
Hakim bize “Welcome to Canada” dediği zaman çok mutlu oldum. Başörtüme hapis cezası verenler ile buradaki insan haklarına saygılı insanlar arasındaki farkı düşündüm. Yasak beni kaçırtmadı. Amacim, bu mücadeleyi yurt dışına taşımaktı. Kaçacak kadar korkak olsaydım zaten aldığım onca eleştiriye karşın Türkiye’de kendimi bu kadar öne atmazdım.
Türkiye’de İlk Hapis cezası alan Başörtülü
Türkiye’deki başörtüsü yasağına ilk hapis cezası gibi, Kanada’daki başörtüsüne verilen ilk özgürlük kararı da bana nasip oldu. Avukatımın ismi Ronald Shacter. Yani beni savunan avukat bir Yahudi, ne ilginç değil mi?
Yasağın kalkması durumunda ne yapacaksın? Türkiye’ye döner misin?
Elbette çok isterim. İstanbul’u çok özledim.
Dünya Başörtüsü Yasağına Gülüyor!
Burada kalan arkadaslarina neler tavsiye edersin?
Kesinlikle haksızlıkları sineye çekip çaresiz olduklarını düşünmesinler, mahkemelere başvursunlar. Uğradıkları zulmü belgeleyerek, bunları arşivlesinler. Aileleri, “Çocuğumuzun eğitim ve öğretim hakkı engellendi” diyerek tazminat davaları açsın. Sonuç alınmasa da belgelemiş olurlar. Yurt dışındaki insan hakları örgütleriyle kontağa geçsinler. Başörtüsü yasağı kalkmadan Türkiye asla AB’ye alınmayacak. Çünkü dünya bu yasağa gülüyor. Ögrenimlerini dondursunlar veya yurt dışına çıkmanın imkanlarini arasınlar. İnternet ortamında kurulan üniversiteleri araştırsınlar.
Ve Türkiye’ye Dönüş…
Bezirgan, “Türkiye’de çok şey değişmiş, ancak medyada ‘irtica hortladı’ mizanseni hiç değişmemiş” dedi
İstanbul Üniversitesi’nin son sınıfında okurken eğitimine başörtülü olarak devam etmek istediği için 6 ay hapis cezasına çarptırılan Nuray Canan Bezirgan, iltica ettiği Kanada’daki eğitimini tamamlayarak Türkiye’ye döndü. Başörtüsüne özgürlük eylemlerinde polisin müdahalesi sonucu çocuğunu düşürüp kolu kırılan Bezirgan, sırf başörtüsü ile okula girmek istediği için eğitim öğretimi engellediği iddiasıyla 6 ay hapis cezasına çarptırıldı. Okulundan atılan Bezirgan, Kanada’ya iltica etmek zorunda kaldı. Yaklaşık 7 yıl Kanada’da eğitim gören Bezirgan, diplomasını alarak geçtiğimiz günlerde Türkiye’ye 2005 yılında dönmüştü.
“1999’a göre insanların refah seviyeleri artmış” diyen Bezirgan, “Ancak düşünce ve fikir özgürlüğü alanında pek bir şey değişmemiş. İrtica yaygarasında Türkiye aynı Türkiye. Medyada özellikle klasik ‘irtica hortladı’ mizanseni hâlâ devam ediyor. Diğer taraftan halkının değerlerine hiç saygısı olmayan, kendi gibi düşünmeyene her türlü ayrımcılığı ve hakareti mübah gören büyükler! Halkı temsil makamlarında bulunup oradan halkın değerleriyle mücadeleye devam ediyorlar” dedi.
Kanada’ya eşi ve 1.5 yaşındaki oğlu Abdüsselam’la birlikte gittiğini ve Kanada vatandaşlığını aldığını ifade eden Bezirgan, Kanada’da da Ayşe Azade (2.5) ve Ahmet Ammar (1.5) isimli iki çocuğunun daha dünyaya geldiğini belirtti. Bezirgan, Kanada’da akademik İngilizce eğitimi aldıktan sonra Siyasal Bilgiler okuduğunu söyledi.
Nuray Canan Bezirgan’ın başına neler gelmişti?
10.06.1998 tarihinde sınavına girmek isterken polis müdehalesi sonucu hastaneye kaldırılırken. İstanbul Cerrahpaşa. Yardımcı olan kişi ise eşi.
Örtüye verilen bir ömür Şule Yüksel Şenler
Başörtüsü mücadelesinde yaşananları tüm çıplaklığıyla ortaya koyan bir hayat hikayesi onunki. Genç bir gazeteci iken örtünen ve örtüyü genç kızlara sevdirmek için Anadolu'yu karış karış gezen, verdiği konferanslarla adeta yurt genelinde örtünme seferberliği başlatan Şule Yüksel Şenler'in hayatı, aynı zamanda 40 yıldır bu ülkede yaşanan başörtüsü sorununu, bu uğurda mücadele veren bir ismin yaşadığı maddi ve manevi sıkıntıları gözler önüne seriyor. Annesinin rahatsızlığı nedeniyle ortaokulda eğitimini yarım bırakır ama okuma yazma azmi devam eder. Henüz 14 yaşında iken Safa Önal'ın teşviki ile Yelpaze dergisinde öyküler yazmaya başlar. 20 yaşında iken Kadın gazetesinde köşesi olur. Asıl adı Yüksel'dir yazılarında isminin önüne Şule adını ekleyerek erkek olmadığını vurgulamak ister. Böylece yazı hayatında Şule Yüksel adıyla tanınır ve ünlenir.
Ojeli tırnakla Risale okur
Tanzimattan bu yana süregelen Batılılaşma çalışmaları Cumhuriyet'in ilanının ardından daha net bir görüntü kazanır. Anne ve babası çağın gereği diye yapılan bu yenilikçi hareketlerde öncülük eden ailelerde büyüdükleri için çocuklarını da böyle yetiştirirler. Evde sık sık partiler verilir, fasıl heyetleri eşliğinde içkili sofralarda eğlenceler düzenlenir. Ailenin bu yaşantısına en büyük tepkiyi Bediüzzaman'la tanışan ve bizzat onun hizmetinde bulunan ağabeyi Özer Şenler gösterir. Sıksık ağabey ile aile bireyleri arasında tartışma yaşanır. Ta ki ağabey ölümcül bir hastalığa yakalanıp hastanede tedavi altına alınıncaya kadar bu kavgalar sürer. Şule Yüksel o günleri şöyle anlatıyor:
"Ağabeyim sarılık geçirdi, ölümle yüzyüze iken bana, 'senden son isteğim Risaleyi Nur derslerine katılmandır' dedi. Ağabeyimin ısrarıyla derse gittim. Görmediğim bir manzara, upuzun elbiseler içinde başlarında örtü olan onbeş hanım. Onları böyle görünce çok etkilendim ve belki de hidayetin ilk tohumları burada atıldı."
Ağabeyisini kırmamak için derslere başlayan ve bu toplantılara annesi, kardeşleri ve arkadaşlarıyla birlikte katılmaya başlayan Şule Yüksel, ilk başlarda örtünmeyi asla düşünmez. Hatta kılık kıyafetinden dolayı kendini eleştiren gruptaki yaşlıları sert dille azarlar. “Beni böyle kabul etmezseniz bir daha gelmem” der. Risaleleri okudukça yavaş yavaş namaza başlar, kıyafetlerinde ufak tefek değişik yapar. Şule Yüksel o günlerle ilgili şunları söylüyor: "Tesettür hakkında "Hanımlar Rehberi'nden başka bildiğim bir kaynak yok. Hiçkimse bana birşey anlatmıyor, imdadıma yalnızca Risaleler yetişiyor. Neticede yavaş yavaş örtünmeye başladım. Zira tam tesettürlü hanımlar yok o zaman. Örtenler de etek, bluz üzerine yarım yamalak başını örtüyor."
Başına bir örtü alan ve namaza başlayan Şule Yüksel'e annesi ve kızkardeşleri de ayak uydurur. Ancak onların örtünmesi için adeta yalvaran ağabeyinin henüz bu durumdan haberi yoktur. Ağabey birgün dersten çıkar eve gelir. Salonda koltuğu uzanıp uykuya dalar. Gözlerini açtığında kardeşleri ve annesinin beyaz örtüleriyle namaz kıldığını görür. "Şimdi de benimle dalga mı geçiyorsunuz, namazla alay mı edilir?" diyerek bağırır. Onlar ise namaz kıldıklarını anlattırlar ağabey gözyaşlarına boğulur.
Artık ağabeyisi ile birlikte davası için mücale başlamıştır. Örtüyü halka sevdirmek için çok şık bir pardösü diker ve üstüne çok güzel bir başörtü bağlar. Onu sokakta gören herkes etrafına toplanır. Çünkü hem örtülü hem de çok şıktır. Hayret ve gıptayla izlerler. Örtünmenin verdiği yoğun duygularla “İslam Kadınına Hitap” başlıklı bir yazı kaleme alır. Yazısında tüm kadınlara tesettürden bahseder. Yazı M.Şevket Eygi'nin çıkardığı “Yeni İstiklal” gazetesinde yayınlanır ve yazının ardından Türk Kadınlar Birliği'nin şikayeti üzerine hakkında dava açılır. Kalabalık bir basın ordusu ile hakim karşısına çıkar. Bu dava ile birlikte Şenler'in hayatında yeni bir süreç başlar. Yazdığı yazılar ve verdiği konferanslar yüzünden açılan davaların ardı arkası gelmez.
Fetva ile verilen ilk konferans
Yazıları büyük ses getiren Şule Yüksel, o dönemde çıkmaya başlayan Bugün gazetesinin kadrosunda yer alır. Gazete yönetiminin 'suya sabuna dokunma' uyarısına rağmen o davası uğruna yaşanan sıkıntıları köşesine taşır. Kadın gazatecinin parmakla gösterildiği bir dönemde üstelik başörtülü bir gazetecinin olması dikkat çekmektedir. Yazılarını büyük beğeni ile takip edenler onun konferans vermesini de ister. İlk teklif Samsun'dan gelir. Ancak Şule Yüksel, erkeklerin olmayacağı sadece kadınların katılacağı bir toplantı ister. Samsun'a geldiğinde kalabalık salona sığmamış sokaklara taşmıştır. Şule Yüksel, sesinin erkeklere duyurulmasının İslami açıdan nasıl yorumlanacağını bilemediği için bu konuda fetva ister ve müftülükten aldığı fetvanın ardından ilk konferansını verir.
Mankenlere başörtü
Konferanslar yurt geneline yayılır. Her seferinde kalabalık cadde ve sokaklara taşar. Konferans, yazı derken, ağabeyisiyle birlikte çıkardıkları Seher Vakti'nde modern ve zarif başörtü modelleri ve pördösü kalıpları çizer. Kimi boyundan atkılı, kimi bağcıklı, kimi tokalı halkın adını koyduğu 'Şulebaş” modelleri bütün Anadolu'da genç kızlar arasında çığır gibi yayılır. Öyle ki açılan İslami örtünme çığırı Avrupa'da da meyvesini verir, Şulebaş örtünmüş mankenler İtalyan Oggi, Fransız New Fashion ve dünyanın en önemli dergilerinden Life'ın kapağında yer alır.
Başını örten genç kızlar üniversitede bu şekilde okumak ister. Derse başörtüsüyle giren Hatice Babacan, dersten çıkarmak isteyen hocasına tepki gösterince okullarda başörtüsü için verilen mücalenin ilk adımı atılmış olur. Aynı zamanda artık sokaklarda başını örten genç kızların sayısı hızla artmaktadır.
Şule Yüksel ise maddi durumları bozulmasına rağmen ailesinin fedakarlığı ile örtüyü sevdirmek, benimsetmek için her konferansına modelini kendi çizdiği değişik eşarp ve pardösülerle çıkar, herkes onun gibi giyinmek ister. Başını onun gibi örtmek isteyen her kesimden kadın giyim kuşamda büyük bir değişim geçirir.
Doktorlar polisten sakladı
Verdiği konferanslardan duyulan rahatsızlık hergeçen gün büyümektedir. Sonunda alınan bir kararla görüldüğü yerde tutuklanma kararı alınır. Hakkında giyabi tutuklama kararı çıkarılan Şule Yüksel'ın resimleri kahvelere ve halk tarafından görülecek yerlere asılır. Her gün bir evde ağırlanan Şule Yüksel, aniden hastalanır ve apandist ameliyatı icin acil hastaneye kaldırılır. Hastanede kimse onu tanımasın diye geleneksel olarak başını bağlar ve şiveli bir dille doktorlara derdini anlatır. Tam ameliyata gireceği sırada içeri giren bir doktor, “Aman hanımefendi sizi ziyaret edecektim burada ne işiniz var?” deyince gerçek oraya çıkar. Ameliyattan sonra birileri polise haber verir. Ancak doktorlar Şule Yüksel'e destek olur ve polisler hastaneye baskın düzenlemeden sevkedilir. Bir süre daha kaçak yaşar ancak bu dönemde önemli bir hastalığı ortaya çıkar. Şule Yüksel türberküloz olmuştur. Bir yandan hastalıkla mücadele eder diğer yandan da davasını sürdürmeye devam eder. Kaçak yaşamanın verdiği sıkıntılara dayanamayıp sonunda teslim olur ve Bursa Cezaevinde yatar. Cezaevi günleri hastalık ve sıkıntıyla geçer.
Şule Yüksel'in en büyük destekçisi anne ve babasıdır. Cezaevinden çıktıktan sonra gazetede yeniden yazmaya başlayan Şenler'in yazılarını babası gece iki-üç gibi Bahçelievler'den Çağaloğlu'na kadar yürüyerek götürüp etslim eder. Çünkü taksiye verecek paraları yoktur. İki kez evlilik geçiren Şule Yüksel, bu evliliklerden mutlu olmaz ve ayrıldığı zaman maddi anlamda büyük sıkıntı yaşar. Hiç yüzünü görmediği dava adamı Hekimoğlu İsmail, ev tutup, eşya alır ve evinin kirası öder. Hekimoğlu'nun hanımı sık sık Şule Yüksel'i arayarak eksiklerini öğrenmeye çalışır. Bu desteklerle ayakta kalır.
Bugün 69 yaşında olan Şule Yüksel'in en büyük hayali cıvıl cıvıl gençlerin başında örtü görmekti. Ömrünü, malını ve canını bu dava için yola koyan Şule Yüksel'in bugün bu hayali gerçek oldu. Sağlık proglemleriyle uğraşan Şule Yüksel'i çektiği acılardan ve sıkıntılardan uzaklaştıran tek tesellisi işte o gün bir avuç olan örtülü gençlerin sayısının bugün binlere, onbinlere, milyonlara çıkması.
Erdoğan çiftinin nişan fotoğrafı
Kendisi evliliklerinde mutlu olamasada yüzlerce genci birbiriyle tanıştırıp mutlu yuva kurmalarına vesile oldu. Şenler'in evlendirdiği çiftlerden biri de Emine ve Tayyip Erdoğan çifti. Şenler, Erdoğan çiftinin nişanında.
Huzur Sokağı yazılmadan duyuldu
Bir yönetmenin teklifi üzerine senaryo olarak yazdığı Huzur Sokağı, o dönemki şartlarda beyaz sinemeya aktarılamaz. M. Şevket Eygi, senaryoyu roman olarak yazmasını ister ancak konferanslardan vakit bulamaz. Konya'da iken ağabeyisi büyük bir telaşla radyoyu açmasını söyler ve radyoyu açtığında Huzur Sokağı romanını yazdığı ve yayınlanacağı anonsunu duyar. Bütün sokaklar bu romanın ilanıyla doludur. Oysa roman henüz yazılmamıştır. Oturur acele ile romanı kaleme alır ve gazeteye verir.
Türkan Soray'ın gözyaşları
Huzur Sokağı romanı büyük yankı uyandırır ve ardından yönetmen Yücel Çakmaklı, “Birleşen Yollar” adıyla romanı beyaz sahneye aktarır. Başrol oyuncusu Türkan Şoray'dır. Film çekimleri sırasında Şule Yüksel ile Türkan Şoray tanışırlar. Şule Yüksel'e dini konularda uzun uzun sorular sorar. Şule Yüksel o günlerle ilgili şunları anlatır: “ Şoray'ın namaz sahnesi vardı. Orada ellerini açmış dua ederken kendisini öyle kaptırdı ki çekim bitti. Herkesi dışarı çıkardı. O hıçkırıklarla ağlıyor annesine, “Anam, mahşer günü ellerim yakandadır anaammm!.. Beni bu yollara sen sürükledin” diyerek hıçkırıklarla ağlıyordu. Onun bağıra çağıra ağlamasını ve söylediklerini an be an duyan gazeteciler bu konuda tek bir satır yazmadılar, rolünden nasıl etkilendiğini gizlediler.”
Solcu gençler omuzlarına çıkardılar
Eskişehir'e konferans için giden Şule Yüksel, hınca hınç bir kalabalıkla karşılanır. Ancak bir grup solcu genç, ellerinde çürük domates ve yumurtalarla onu beklemektedirler. Arabasının yanına yığılan solcular Şule Yüksel'i arabasına binerken yumurta ve domates yağmuruna tutacaktır. Ama önce konferansın bitmesini beklerler. Bu sırada sahnede ateşli bir konuşma yapan Şule Yüksel, gençleri öyle etkiler ki, oraya geldiklerini pişman olurlar. Gençlerden biri, “Bize İslam'ı yanlış anlatmışlar” deyip olduğu yere çömelip hıçkırıklarla ağlar. Kalabalığı yarıp arabasına binen Şule Yüksel'i arabasıyla birlikte havaya kaldırıp yürüten solcu gençler, “Şule Abla ALLAH sizden razı olsun, bizim gözümüzü açtınız..” diye arabanın penceresinden teşekkür ederek oradan ayrılırlar.
AYŞE OLGUN